Zionist ideoloji üzerine inşa edilen Tel Aviv hükümeti, görünüşe göre Gazze'yi "Filistin'sizleştirme" üzerine bir hedef belirlemiş gibi görünüyor. Ancak gerçek amaç, öncelikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) önderliğindeki Batılı devletlerin desteğiyle sadece Filistin'i işgal etmek değil, aynı zamanda Orta Doğu'da yeni bir kriz yaratmaktır. Bu, İsrailli Başbakan Binyamin Netanyahu'nun 22 Eylül'deki BM Genel Kurulu konuşması sırasında tuttuğu harita tarafından işaret edilen bir barut varilini temsil ediyor.
Orta Doğu'daki Küresel ve Bölgesel Güçler
Tel Aviv'in önemli askeri ve ekonomik gücüne rağmen, İsrail'in son zamanlardaki vahşi eylemleri, özellikle ABD ve diğer Batılı aktörlerin askeri, politik ve ekonomik desteği olmaksızın gerçekleşmesinin zor olduğunu belirtmek önemlidir. İsrail'in çatışmayı bölgesel bir alana taşıma çabalarını ve buna bölgedeki diğer aktörlerin nasıl yanıt verdiğini incelemek önemlidir.
Şu anda bölgedeki en güçlü oyunculardan biri olan ABD, çatışmalara müdahale ederek bölgedeki etkisini yeniden hissettirmeye çalışıyor. Diğer yandan ABD, özellikle Ukrayna ve Tayvan gibi doğrudan ilgilendiği çatışma bölgelerinde destek verdiği taraflara da bir mesaj göndermeye çalışıyor.
Bu bağlamda, İsrail'e sağlanan güçlü askeri destek ve bölgeye gönderilen savaş gemilerini, bölgede doğrudan İran'a karşı bir önlem olarak değerlendirmek gerekiyor. Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın dönemindeki çekilme sonrasında ortaya çıkan politik boşluk ve devamında bölge aktörlerinin kendi iradelerini öne çıkararak attıkları normalleşme çabaları, ABD'nin bölge üzerindeki etkisini azalttı. Dolayısıyla çatışmanın daha geniş bir alana yayılmasıyla ABD, istikrarsız bir bölgede gücünü yeniden tesis etmeye çalışacak.
Birleşik Krallık, ABD ile paralel olarak ilerlerken, Orta Doğu'da hala etkili bir güç olduğunu kanıtlama ve küresel anlamda askeri profilini yükseltme çabası içerisinde. İç siyasette Rishi Sunak hükümetinin savunma bütçesini artırma çabası ve uluslararası ticareti korumak için Kızıldeniz'de bulundukları söylemi, bu çerçevede ele alınabilir.
Avrupa Birliği (AB) devletleri, bölgenin çatışmaya daha geniş bir alana yayılmasını istedikleri söylenemez. Çünkü coğrafi yakınlık, bir AB devleti için hem ekonomik hem siyasi hem de enerji alanlarında bir yük haline gelecektir. İtalya, Fransa ve İspanya gibi AB ülkeleri, şu an için bölgesel bir çatışma ihtimaline mesafeli duruyorlar.
Rusya, şu ana kadar Suriye'de yoğun bir mesaisi olmasa da bölgedeki varlığını sürdürmek ve özellikle ABD ile doğrudan karşı karşıya gelmemek adına çatışmanın bölgeye yayılmasını istemiyor. Filistin yanlısı bir söylem ortaya koymasına rağmen, Rusya, hem stratejik askeri adım bağlamında hem de söylem anlamında çatışmalara müdahale etmekten çekiniyor.
Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır gibi diğer aktörlerle birlikte Körfez yönetimleri, çatışmaların bir an önce sona ermesi, insani ve askeri krizin son bulması için diplomatik çabalar sarf ediyor. Bu aktörler, öte yandan Gazze'de akan kanın daha geniş bir bölgeye sıçramasından duydukları kaygıyı güçlü bir şekilde dile getiriyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, her gün katıldığı platformlarda bu kaygıyı yüksek sesle dile getirerek medyanın dikkatini bölgeye çekme çabası da, bu gerçeklik çerçevesinde ele alınmalıdır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın diplomatik temasları ve sonrasında verdiği ilgili demeçler de yine diplomatik mücadeleye kanıt olarak sunulabilir.
Orta Doğu'da İran ve Vekil Güçler
Diğer yandan, İsrail'in Gazze işgalini İran için farklı bir perspektiften değerlendirmek daha doğru olacaktır. İran, bölgedeki etkisini artırmak amacıyla çatışmalara doğrudan devlet müdahalesi yapmak yerine devlet dışı aktörlere vekalet vererek taraf oluyor. Daha önce Irak ve Suriye'de farklı Şii gruplara, Yemen'de Husilere, Lübnan'da Hizbullah'a destek veren İran; Filistin'de Hamas'a destek politikasını sürdürüyor.
İran için bu politika, bir yandan içeride güçlü bir rejim algısı, diğer yandan da bölge aktörlerine karşı ideolojik rekabet ve çatışma alanı oluşturuyor. Ayrıca, İran bu sayede uluslararası alanda çatışma halinde olduğu İsrail ve ABD gibi aktörlere karşı pozisyon geliştiriyor. Dolayısıyla İran, çatışmaların bölgeye yayılmasını kendini kanıtlama fırsatına dönüştürmek istiyor olabilir.
Şüphesiz ki İsrail, ABD ve Birleşik Krallık gibi aktörlerin Gazze üzerinden bölgesel manevraları ve çatışmayı daha geniş bir alana yayma arzuları, Orta Doğu coğrafyasının siyasal yapısı açısından hayati riskler oluşturuyor. İran'ın da Pakistan ve Irak saldırıları gibi doğrudan veya Kızıldeniz üzerinden Husilere yaptığı saldırılar, bölgedeki ateşe benzin döküyor.
Özellikle ABD ve müttefiklerinin bölgeye yığılmış savaş gemileri ve askeri güçlerini gösterme çabaları; çatışmayı Gazze'nin ötesine, Kızıldeniz'e yayarak krize uluslararası bir boyut kattı.
Krizin Ticari ve Ekonomik Boyutları
ABD, Birleşik Krallık ve koalisyon güçlerinin Husilere karşı çatışmasıyla bölgeye yayılan kriz, enerji fiyatlarında yükselme ve tedarik zincirindeki aksaklıklarla birlikte maliyet artışlarına sebep oldu. Bu durum, bölge ülkeleri ve özellikle Avrupa kıta devletleri için henüz düzelmemiş olan enflasyon krizini daha da uzun vadeli bir soruna dönüştürebilir.
Çatışmalar, uluslararası taşımacılık şirketlerinin rotasını dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 12'sinin, Asya-Avrupa ticaretinin ise yaklaşık yüzde 40'ının geçtiği Kızıldeniz'den Afrika'nın güneyine doğru değiştirmeye zorladı. İran ise bir yandan ideolojik yaklaşımını Basra Körfezi'nden Kızıldeniz'e kadar yayarken, diğer yandan siyasi etki alanını ve uzun vadeli "direniş ekseni" stratejisini Husilere verdikleri askeri destekle daha da genişletme çabasında.