Tarhan, kötülüğün kendiliğinden var olan bir şey olmadığını, soğuk nasıl sıcağın yokluğu, karanlık da ışığın yokluğuysa, kötülüğün de iyiliğin yokluğu olduğunu ifade ederek, "Kötülük aslında iyiliğin olmamasıdır… Mutlak aydınlık olan bir yerde karanlık, mutlak sıcak olan bir yerde soğuk nasıl bulunamazsa, mutlak iyilik olan bir yerde de kötülük bulunmaz. Ancak mutlak iyilik olmayan yerlerde kötülüğün varlığı kaçınılmazdır. İyilik kötülük kavramı felsefenin ve din bilimcilerin en çok tartıştığı kavram olmuştur. İyi ve kötü neye göre tanımlanır, bu sorular sürekli tartışılmıştır. Kötülük ve iyiliğin tanımı, bakış açısına göre değişir." dedi.
İyi ve kötü kavramları kişisel bakış açılarına göre değişiklik gösterebiliyor
Irak Savaşı'nda milyonlarca insan öldüğünü ve o dönem İngiltere Başbakanının "Tarih bizi affedecektir" diyerek, uzun vadede insanlık için faydalı olduğunu savunduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, "Ancak Iraklı birine sorsanız, bu savaşın iyi veya doğru olmadığını söyleyecektir. Benzer şekilde, hırsız bir babanın yanında büyüyen bir çocuk, hırsızlığı kötü olarak değil, doğru olarak öğrenir. Onun yaşantısında hırsızlık kötü değildir. Ancak genel toplum standartlarına ve ahlaki normlara göre, hırsızlık kötüdür. Bu nedenle, iyi ve kötü kavramları kişisel bakış açılarına göre değişiklik gösterebilir." diye konuştu.
Tarih boyunca iyilik ve kötülük kavramları farklı şekilde tanımlanıyor
Filozof Spinoza’nın, "İyi, hoşumuza giden şeylerdir; bir insanı mutlu eden ve zevk veren şeyler iyidir, zevk vermeyen şeyler kötüdür" dediğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, tarih boyunca filozofların, iyilik ve kötülük kavramlarını farklı şekillerde tanımladığını ve bu tanımların zamanla değişim gösterdiğini, Antik Yunan filozoflarından Sokrates, Aristoteles ve Platon gibi isimlerin, yaşamın amacının erdemli olmak olduğunu savunduklarını ve bu filozoflara göre, anlamlı bir yaşam sürme ve erdemli davranmanın gerçek mutluluğun kaynağı olduğunu anlattı.
Bu düşüncenin zıddı olarak, Epikür'ün ‘insanın hayattaki amacının haz peşinde koşmak’ olarak ifade ettiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, tarihsel süreç içinde iyilik ve kötülük kavramlarının evrildiğini, semavi dinlerde mutlak iyinin Tanrı olduğunu ve dünyada da mutlak iyinin var olmadığını anlattığını söyledi.
İnsanların kötülüğü yatkın olup olmaması konusuna da değinen Tarhan, "İnsanoğlu doğuştan hem iyiliğe hem de kötülüğe yatkın olarak doğar. Mesela bir aslan tok olduğunda ve güvenlik alanına girilmediğinde zarar vermez, ancak insanlar çıkar için aç veya tok fark etmeksizin zarar verebilirler." dedi.
"Kuran-ı Kerim, iyilik ve kötülük kavramlarındaki belirsizlikleri gidermiştir"
Neyin iyi, neyin kötü olduğunu en iyi tanımlayacak olanın ise evreni yaratan olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tarhan, "Kâinatı yaratan, iyiliği ve kötülüğü en iyi tanımlar. Semavi dinler, iyilik ve kötülük kavramlarına önemli katkılar yapmışlardır. Örneğin, İslam’da Kuran-ı Kerim'in tahrif olmaması, iyilik ve kötülük kavramlarındaki belirsizlikleri gidermiştir." diye konuştu.
Spinoza’nın "Tanrı'ya uygun olan şeyler iyidir, uygun olmayanlar kötüdür" dediğini ancak doğayı tanrı olarak gördüğünü ve cennet cehennemi reddettiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, "İnsan, diğer canlılardan farklı olarak özgür iradeye sahiptir. Diğer canlılar genetik kodlarına göre hareket ederken, insan zihinsel ve ahlaki tercihler yapabilir. Bu özgür irade, insanı iyilik ve kötülükten sorumlu kılıyor." şeklinde konuştu.
"Kurum olarak biz de iyicillik ve kötücüllük ölçeği geliştirdik"
"Kötülüğün kaynağı empati eksikliğidir; başkalarının haklarını, ihtiyaçlarını ve duygularını göz önüne almamak kötülüğün kapısını açar." diyen Tarhan, empati eksikliğinin en çok narsistik kişilerde görüldüğünü, ancak anti-sosyal, histrionik ve takıntılı-obsesif kişilerde de yaygın olduğunu söyledi.
Tarhan, "Bencillik, kötülüğün temel özelliğidir ve beraberinde kıskançlık, acımasızlık ve merhametsizlik gibi duygular getirir. İyicil duyguların olmaması kötücüllüğü ortaya çıkıyor. 2000'li yıllarda New York State Üniversitesi'nde adli psikiyatri bilimi ahlaka aykırılık ölçeği geliştirmiş. Bu ölçeğin Türkiye standardizasyonu yapmak istedik. ‘Bu ölçek kültüre göre değişir. Kendi kültürünüze göre yapmanız lazım’ yanıtını aldık. Kurum olarak biz de iyicillik ve kötücüllük ölçeği geliştirdik. Bilgelik psikolojisi kitabına koyduk. Bu ölçek, internette de bulunabilir ve bireyler iyicil ve kötücül değerlerini değerlendirebilirler." dedi.
Kötülüğün temel nedeni cehalet
"Kötülüğün temel nedenleri bilgisizlik, eğitimsizlik ve cehalettir. Sokrates'in de belirttiği gibi, bilgi arttıkça kötülük azalır." diyen Tarhan, kötülüğün kaynağında yalan söylemenin de olduğunu ifade ederek, "Yalan söylemek güveni zayıflatır. Güveni zayıflatınca korku artar. Yalan söyleyen kişi, başkalarını da yalancı görerek sağlıklı iletişim kuramaz ve beyni sürekli savunmada olur. Yalan, kötülüğün besleyicisidir ve dürüstlük en büyük erdemdir. Bu erdemi hedefleyen bir kimse yalan söylemeye tenezzül etmez. Çıkarcı olmak karlı gibidir ama kısa vadede karlıdır. Erdemli olmak orta ve uzun vadede karlıdır." diye konuştu.
Farkındalık kötülüğün yüzde 50'sini gideriyor
Farkındalığın kötülüğün yüzde 50'sini giderdiğini ve geri kalan yüzde 50'sinin çabayla düzeltildiğini anlatan Tarhan, "Bu yolculuk, yüzmeyi öğrenmek gibi su yutmadan yüzmeyi öğrenemezsin. ‘Ameller niyetlere göredir.’ denir. Ancak yönetici konumundakiler için ameller sonuçlara göre değerlendirilir. Yönetici, sonuçları tahmin etmek ve sorumluluk almak zorundadır." dedi.
"Eğer bir kişi anti sosyal ise ona verilen cezanın artırılması gerekir"
Anti sosyal kişilik bozukluğu olan kişilerin de sosyal normlara uymamayı karakter özellikleri haline getirdiklerini ve merhamet duygularının olmadığını dile getiren Tarhan, "Bu tür kişiler, anti sosyal kişilik bozukluğu olarak kabul edilir. Bu bir hastalık değildir. Eğer bir kişi anti sosyal ise ona verilen cezanın artırılması gerekir. Çünkü ıslah olmadan cezaevinden çıkmamalıdır. Islah olmadan çıkarsa topluma zarar vermeye devam edecektir. Psikolojik dinamiklere de bakmak gerekir. İkincisi, şizofreni gibi rahatsızlıklar da vardır. Örneğin, otistik bir çocuk annesi yemeğini vermedi diye onu öldürebilir. Bu çocuğun zihninde anne kavramı oluşmamıştır. Bu, bir aslanın açken bakıcısını yemesi gibidir. Onların beyinlerinde ayna nöronlar oluşmadığı için empati yapamazlar ve karşı tarafın ne düşündüğünü ne hissettiğini anlayamazlar. Bu yüzden yanlış kararlar verirler ve yaptıklarından mesul değildirler. Bir şizofren, yan baktı diye birini öldürebilir. Ceza ehliyeti sorgulanır ve tam kalktıysa en az bir yıl ruh ve sinir hastanesinin adli servisinde kalmak zorundadır. Tedavi edilmeden çıkarılmamalıdır." şeklinde konuştu.
Mahreç: Haber Merkezi