CHP MYK, saat 16.00'da toplandı. Parti Sözcüsü Deniz Yücel, MYK toplantısı devam ederken MYK gündemine ilişkin basın açıklaması yaptı. Yücel’in açıklamaları şöyle:
“İlk günlerde sağ olarak bulunur ümidiyle 18 gündür Türkiye’nin kilitlendiği, iyi haber beklediği küçük Narin’in acısı yetmezmiş gibi, yüreğimiz bir de şehitlerimize yandı. Irak’ın kuzeyinde, Gara Bölgesi’nde hain terör örgütü PKK ile çıkan çatışma sonucunda şehit düşen Üsteğmenimiz Ömer Fatih Ayar’a ve Tunceli Ovacık’ta görev esnasında şehit düşen Uzman Çavuş Ömer Eroğlu, Uzman Çavuş Mehmet Aykanat, Uzman Çavuş Orhan Burak Büyükçaylı ile Uzman Onbaşı Doğan Kızılateş'e Allah'tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum. Sekiz yaşında hayattan koparılan Narin Güran kızımıza da Allah’tan rahmet diliyorum.
“Hak edenler hak ettikleri kadar ceza alsalardı, belki de Narin’e dokunmaya kimse cesaret edemeyecekti”
Yüreğimizi yakan bu acı, ne yazık ki çok tanıdık. Biz bu acıyı, Ağrı'da kaybolan dört yaşındaki Leyla Aydemir’den de tanıyoruz. O da Narin gibi, 18 gün sonra su kanalında ölü bulunmuştu. Biz bu acıyı, üç yaşındaki Müslüme Yağal’dan da biliyoruz. Mersin'in Gülnar ilçesinde dedesi tarafından katledilmişti. Biz bu acıyı, Ceylin Atik’ten de biliyoruz. Küçük Ceylin, 10 yaşında İzmir'in Ödemiş ilçesinde komşusu tarafından boğularak öldürülmüştü. Biz bu acıyı bir buçuk yaşında, Samsun’da üvey amcası tarafından cinsel istismara maruz bırakıldıktan sonra ormanda cesedi parçalanmış halde bulunan Ecrin bebekten de tanıyoruz. Biz bu acıyı, dört yaşında Manisa’da komşusu tarafından cinsel istismara maruz bırakıldıktan sonra öldürülen Irmak Kupal’dan da yedi yaşında Giresun’da dayısı tarafından katledilen İkra Nur’dan da tanıyoruz. Biz hem bu acıları tanıyoruz ve biliyoruz hem de birçoğunun davasında yaşanan hukuksuzları. Bu evlatlarımızın soruşturmaları etkin ve şeffaf bir şekilde yürütülseydi, hak edenler hak ettikleri kadar ceza alsalardı bugün belki de Narin’e dokunmaya kimse cesaret edemeyecekti. Bu nedenle hukuk sistemi etkin bir şekilde işletilirse hukuk zaten çocukları koruyacaktır. ‘Vatanı korumak, çocukları korumakla başlar.’ Bu söz askerlerine, teğmenlerine dahi tahammül edemedikleri Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüdür.
“Yargıya müdahale ederek gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyenler yitirdiğimiz çocuklarımızın sorumlusudur”
Geldiğimiz nokta çok ama çok kaygı verici. 22 yılın sonunda ne vatanı koruyabiliyorlar ne de çocuklarımızı ne de adaleti sağlayabiliyorlar. Aile kavramının kutsallığını korudukları bahanesiyle İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldıran, 6284 sayılı yasayı hakları genişletmek ve daha iyi uygulamak yerine amaç ve anlamından uzaklaştıran, kadınların nafaka hakkına göz diken, ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ zihniyetiyle aile içinde yaşananları sözde mahremiyet bahanesiyle hukukun dışında tutanlar, çocuklarımızın katledilmesine seyirci kalıyorlar. Toplumumuzdaki yozlaşmayı, bu yozlaşmaya çocuklarımızın nasıl kurban edildiğini artık görmezden gelemezsiniz. Sizin kin ve nefret söylemleriniz kadını, kız çocuklarını, ikinci sınıf insan olarak gören, baskıcı, müdahaleci, ötekileştirici tavırlarınız bu ülkenin toplumsal ve ahlaki değerlerini yerle bir etti. Bu ülkede ahlaki yapıyı bozanlar, bunun karşısında susanlar, toplumun her bir hücresine cemaat ve tarikatların sızmasına göz yumup bunu destekleyenler, bu ülkede bağımsız ve tarafsız yargıya müdahale ederek gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyenler yitirdiğimiz çocuklarımızın sorumlusudur.
“Bu ülkede gerçeklerin ortaya çıkıp çıkmamasının kriteri, AKP’lilerin dostu olmak mı”
AKP iktidarda kaldıkça hiçbir çocuğumuzun canı güvende değildir. Bu topraklarda bir Narin olayı daha yaşanmasına asla tahammülümüz yok. Ahlaksızlığı kökünden temizlemezsek bitiremeyiz. Bir kez daha en net haliyle söyleyelim: Bu ülkede yaşanan tüm ahlaksızlıkların doğrudan ve dolaylı yegâne kaynağı AKP iktidarının liyakatsiz, yandaşı koruyan, kayırmacı ve hukuk tanımaz yönetim anlayışıdır. Bugün okullar, sekiz yaşındaki ilkokul öğrencisi Narin'in yokluğunda açıldı. Emin olun, tüm okullarda onun yası var. Bütün sözler anlamsız kalıyor, kelimeler boğazımızda düğümleniyor, üzüntümüzün tarifi yok. Narin, bu ülkede çocuk yaşta hayatı sönen binlerce çocuktan sadece biri. Maalesef çocukları koruyamıyorlar. Narin’i de koruyamadılar. ‘Devlet yaşatır’ denir ama bu ülkede devlet, Narin’i ve nicelerini yaşatamadı. Bu ülkede çocuklar hepimizi kahreden şekilde can veriyor. Kadınlar şiddet kurbanı oluyor, işçi cinayetleri engellenemiyor. Üstelik her cinayette olduğu gibi, burada da bir şeylerin üzeri örtülmeye çalışılıyor. Bir iktidar milletvekili çıkıp ‘Bazen bilip söylemememiz gereken şeyler oluyor. Çünkü aile, bizim dostumuz’ diyebiliyor. Biliyorsanız çıkın söyleyin. Sizin göreviniz gizlemek değil, gerçeklerin açığa çıkmasına yardımcı olmak. Bu ülkede gerçeklerin ortaya çıkıp çıkmamasının kriteri, AKP’lilerin dostu olmak mı? Bu anlayışın Türkiye’yi getirdiği, bu çok tehlikeli noktanın farkında mısınız? Biz, bu cinayetin feodal gerekçelerle üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. Bu ve benzeri yöntemlerle alacağınız her oy gözünüze, dizinize dursun. Bu ülkede oya değil, adalete ihtiyaç var. Narin’in adalete ihtiyacı var.
“Sayın Bakan, sizin göreviniz sekiz yaşında ölen çocukların davasını takip etmek değil, çocukların ölmesini engelleyecek tedbirleri almak”
Bakın, bu ülkede bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı var. Başında bir bakan var. Bu bakan, 19 günlük süreçte neredeydi? Niye Diyarbakır'da onu göremedik? Niye sesini hiç duymadık? Sosyal medya hesabından, ‘Sorumluların en ağır cezayı alması için Bakanlık olarak sürecin bizzat takipçisi olacağız’ diye bir açıklama yaptı. Sayın Bakan, bilmiyorsanız hatırlatalım: Sizin öncelikli göreviniz sekiz yaşında ölen çocukların dava süreçlerini takip etmek değil. Onu Savcılık yapar, avukatlar yapar. Sizin göreviniz, bu ülkede çocukların ölmesini engelleyecek tedbirleri almak. ‘Bir çocuğu bir köy büyütür’ denirmiş ya Sayın Bakan, bizim ülkemizde bir çocuğun ölümü karşısında, bir köy susuyor. Ve siz, bakan olarak davayı takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Yazık.
“Bugün, Tekin'in hayran olduğu tarikatların isteklerine göre hazırlanan müfredatın uygulandığı ilk gün”
Yeni eğitim-öğretim yılının tüm öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve velilerimize hayırlı olmasını diliyoruz. Ancak biliyoruz ki bugün yeni eğitim-öğretim yılı yine sorunlarla, dertlerle, şikâyetlerle başladı. Kırtasiye ve servis fiyatları velilerin ceplerini yakıyor, beslenme çantaları boş. Binlerce öğretmen, atanmayı bekliyor. Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) koltuğunda oturan zat-ı muhteremin tek motivasyonuysa tarikatlara şirin görünmek. Öğretmenlere ‘foncu’ diyecek kadar hadsizleşen bu şahsın tek derdi, Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmak. Bugün, Yusuf Tekin'in hayran olduğu tarikatların isteklerine göre hazırlanan ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Projesi’ isimli müfredatın uygulandığı ilk gün. Dayatılan bu müfredatla çocuklarımız laik, bilimsel ve çağdaş eğitimden uzaklaştırılıyor. Oysa Anayasa’nın 42’inci maddesinde, eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılacağı açıkça yazıyor. Anayasa’yı bile çiğnemekte hiçbir sakınca görmeyen Yusuf Tekin, çocuklarımızın geleceğini karartmana izin vermeyeceğiz. Sen ve senin gibiler ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bu milletin kalbinden Atatürk sevgisini silemezsiniz. Çünkü bu ülke Mustafa Kemal'in çocuklarına, Mustafa Kemal'in gençlerine, Mustafa Kemal'in askerlerine emanet. Bunu sakın ha aklından çıkarma.
“‘Mustafa Kemal'in askerleriyiz’ dedikleri için bu milletin evlatlarına kustuğunuz kinin içinde boğulacaksınız”
Yemin etmek ve mezuniyetlerini kutlamak isteyen teğmenlerimiz, Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılıklarını ve vatan sevgilerini göstermek için kılıçlarını göğe kaldırdı diye AKP iktidarının darbe travmaları depreşti. Erdoğan, sekiz gün sonra teğmenlere karşı kılıcını çekti. Çocuğunuz değil, torununuz yaşındaki teğmenlere, sırf ‘Mustafa Kemal'in askerleriyiz’ dedikleri için mi kin kusuyorsunuz Sayın Erdoğan? Bu neyin intikamıdır? Siyasetinize, pırıl pırıl gençlerin geleceklerini feda edemezsiniz. Bu ülkenin ebedi Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Başkomutanlarının izinde yürüyen gencecik teğmenleri gündelik siyasetin içine çekmek, bir kutuplaşma yaratıp siyasi rant devşirmeye çalışmak ancak iktidarının son günlerini yaşayanların yapacağı bir vicdansızlıktır. Düşünüp, hesap kitap yapıp sonra da ‘Mustafa Kemal'in askerleriyiz’ dedikleri için bu milletin evlatlarına kustuğunuz kinin içinde boğulacaksınız. Bu millet bunun hesabını size sandıkta soracak. Çok az kaldı.
“Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ilkelerini rehber edinen her CHP'li Mustafa Kemal'in askeridir”
Bundan 102 yıl önce, 26 Ağustos sabahı, saat 05:30’da top atışıyla başlayan Büyük Taarruz, 9 Eylül’de İzmir’de işgal kuvvetlerinin süpürülmesiyle tüm dünyada ses getiren bir zaferle sonuçlandı. Bu zafer, 102 yıl önce yaralanmış olmasına rağmen Kordon’daki hükümet konağına giderek Yunan bayrağını indirip yerine göğsünde taşıdığı Türk Bayrağı’nı göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin ve aynı inanca sahip olanların zaferidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’da yaktığı ateş, 9 Eylül 1922’de İzmir’de zaferle taçlandı. Ve İzmir'in dağlarında açan çiçekler, tüm yurda yayıldı. Cephede kazanılan zaferle birlikte yine 9 Eylül'de, siyasette de bir güneş daha doğdu. ‘Benim iki büyük eserim var’ demişti Büyük Atatürk. ‘Birincisi Türkiye Cumhuriyeti, ikincisi CHP.’ İşte o iki büyük eserden biri olan CHP’mizin, bugün kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. Kimse kaygılanmasın. CHP, ulusal bütünlüğün güvencesidir, laikliğin teminatıdır, gençliğin umududur. Her CHP'li kadınların haklarını sonuna kadar savunur, emeğin en yüce değer olduğunu bilir, aklı ve bilimi tek yol gösterici olarak kabul eder. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ilkelerini rehber edinen her CHP'li Mustafa Kemal'in askeridir. Kurtuluş ve kuruluşun partisi, CHP’nin kuruluşunun 101’inci yılı ve gözbebeğimiz güzel İzmir’imizin kurtuluşunun 102’nci yıl dönümü kutlu olsun.
“AKP iktidarı, emeklilik sistemini tepetaklak etmeye and içmiş”
Toplumsal yozlaşmanın önü alınamaz hale gelmesindeki en büyük sebeplerden biri de yaşanan ekonomik çürüme. Buna artık ‘ekonomik bunalım’ demek de ne yazık ki yaşanan sıkıntıları karşılamıyor. Bunun adı düpedüz çürüme, yozlaşma. Her geçen gün daha da kötüye giden, her gün organ yetmezliğinden çürüyen bir hasta gibi. Ve neredeyse en canı yanan kesimin canını daha da yakmayı hedefliyorlar. AKP iktidarı, emeklilik sistemini tepetaklak etmeye and içmiş. Yeni Orta Vadeli Program’a (OVP) göre Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) hayata geçirilecek. Artık SGK ile emekli olmak neredeyse hiçbir şey ifade etmeyecek ve sağlık sistemi tamamlayıcı emeklilik sigortasına ihtiyacın duyulacağı bir sisteme dönüşecek. Sadece SGK'dan emekli olanlar, geçinebilecekleri bir aylık alamayacaklar. Bu sistem kime yarayacak? Tabii ki sigorta sektörüne ve sigortacılara. AKP iktidarından yine dar gelirli vatandaşı, emekliyi perişan edecek, başka bir kesimi de ihya edecek bir düzenleme.
“Ülkede özelleştirmedikleri hiçbir şey kalmadığı gibi, şimdi sıra emeklilik sistemine geldi”
Aslında bu işin meali şudur: Artık hiç kimse için devletin sağladığı sağlık güvencesi olmayacak. Sosyal devlet anlayışı gereği, sağlık temel bir haktır. Daha doğrusu, AKP’den önce öyleydi ama bu düzenlemeyle artık bu mümkün değil. Artık vatandaşlarımız SGK’dan değil, özel sigorta kuruluşlarından emekli olabilecek. SGK, emeklilik hakkının güvencesi olmaktan çıkarılacak. Yani ülkede özelleştirmedikleri hiçbir şey kalmadığı gibi, şimdi sıra emeklilik sistemine geldi. Sistemi topyekûn özelleştirmenin hizmetine sunuyorlar. Emeklinin 12 bin 500 liralık maaşını mı konuşalım? O maaşla hem tamamlayıcı sigorta yapmak zorunda kalacaklarını, hem de yapamayacaklarını mı konuşalım? Artık ilaç almak, muayene olmak lüks olacak, ona mı yanalım? Bu ülkede hasta olmak, artık ölüme eşdeğer. Bu açlıkta, bu sefalette bağışıklığı sağlam tutup ayakta kalmaksa ne yazık ki mümkün değil. Toplumun büyük bir kesimi et yiyemez, süt içemez, yumurta tüketemez hale geldi. Emekli vatandaşlarımızın haklarını konuşmak, maaşlarının yetersizliğini konuşmak yerine konuştuğumuz şeye bakın. Bu sistem en başta emeklileri sonra sırasıyla hepimizi birer yaşayan ölü haline getirecek. İş hayatının da çalışıp didinmenin de ekonomik birikim yapmanın da anlamı artık kalmadı. AKP iktidarına sesleniyoruz: OVP’niz, ‘ne pahasına olursa olsun büyüyeceğiz’ hırsınız vatandaşın sonu olacak. Siz kendinize kaynak yaratacaksınız diye halkı ölüme mahkûm edip sadece kendi ekonominizi büyütüyorsunuz. Sözde ekonomik tabloyu pembeleştirip insanların hayatını karartıyorsunuz.
“CHP, kıdem tazminatını kaldırmaya yönelik tüm adımların karşısında olacaktır”
İşçinin, emekçinin tüm güvencelerini tek tek ortadan kaldırdınız. Sıra kıdem tazminatına geldi. Getirmeye çalıştıkları zorunlu tasarruf sistemiyle kıdem tazminatını yok etmeyi hedefliyorlar. Sağlık güvencesini özelleştirmeyi, halkı tamamlayıcı sağlık sigortalarına mahkûm etmeyi, kıdem tazminatını da yok edip emeklilik sistemini tamamıyla ortadan kaldırmayı hedefliyorlar. ‘Amaç ne’ diye soracak olanlara, sözde tasarruf bilincini arttırmak. Tasarruf bilincini sadece vatandaştan bekleyen bilinçsizler, kendi şatafatlı hayatlarından, makam araçlarından, ballı ihalelerinden ve lüks yaşamlarından zerre eksiltmiyorlar. Çalışma hayatını ilgilendiren bu kadar önemli bir konuda işçi kesimine, sendikalara hiç danışılmadan böyle bir adım atmak ancak ve ancak AKP gibi emek düşmanı bir partiye yakışırdı. Kıdem tazminatı, emekçinin çalıştığı süre boyunca kazandığı bir haktır. Sizin sistem değişikliği oyunlarınıza emek gibi kutsal kavramları kurban ettirmeyiz. Hak nedir bilmeyenden, emek nedir bilmeyenden, emekçinin alın teri kurumadan hakkını teslim etmeyenden hak ve hukuk beklenmez. Altından kalkamayacağı, boyunu aşan işlere kalkışan AKP iktidarı, kendi menfaatlerine göre yarattığı bu bozuk düzenin altında kalacak. Bugünden söylüyoruz: CHP, kıdem tazminatını kaldırmaya yönelik tüm adımların karşısında olacaktır. Hiçbir işçinin tek kuruş hakkını gasp etmenize izin vermeyeceğiz.
“Adında adalet olan ihvancı partinin üyesi, Mısır'da Cumhurbaşkanı olunca Sayın Erdoğan pek mutlu oldu”
2010 yılında, sözde bahar olarak başlayan Arap Baharı hareketleri, Orta Doğu’da birçok ülkenin yönetimini değiştirdi ve bu değişimden Mısır da payına düşeni aldı. Yaklaşık 30 yıllık iktidarı sona eren, Hüsnü Mübarek'in ardından, iktidara ihvancı Mursi gelmiştir. Mursi'nin partisi, Özgürlük ve Adalet Partisi'ydi. Dikkatinizi çekerim, Özgürlük ve Adalet Partisi. Tabii, adında adalet olan ihvancı partinin üyesi, Mısır'da Cumhurbaşkanı olunca Sayın Erdoğan da pek bir mutlu oldu. Koştura koştura 10 bakanıyla Mursi'yi ziyaret ettiler. Hükûmetiyle birlikte Mısır'a resmen çıkartma yaptı. 2013'te, ihvancı Mursi iktidardan indirilince Sayın Erdoğan buna pek bir içerledi. İktidara gelen Sisi'yi can düşmanı ilan eden Erdoğan, ‘katil, zalim, darbeci’ dediği Sisi nedeniyle Mısır'la ilişkileri bozdu. Büyükelçiler karşılıklı geri çekildi, diplomatik ilişkiler akamete uğratıldı. Bu dönemde, Orta Doğu'nun en kritik ülkeleriyle tüm diplomatik ilişkilerimiz bozuldu. Mısır'da, Suriye'de, İsrail'de yıllarca büyükelçimiz yoktu. Bunu Erdoğan istedi ve yaptı.
“Erdoğan’ın her bir adımı, tutarsızlığın kitabını yazarken ülke olarak imajımızı da yerle bir ediyor”
Bu dönemde Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında, Doğu Akdeniz'de bulunan doğal gaz arama faaliyetleri için münhasır ekonomik bölge anlaşmaları yapıldı. Erdoğan ve yönetimi ise ‘değerli yalnızlık’ dış politika vizyonuyla bu duruma boş boş bakmakla yetindiler. Bugün, Akdeniz'e en uzun kıyısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Doğu Akdeniz doğal gazından payını ne yazık ki alamıyor. Seçim malzemesi yaptıkları doğal gaz arama gemileri, yıllardır hiçbir faaliyet gösteremiyor. Hepsi fos çıktı. İşte bu süreç boyunca Sisi'ye ‘katil’ ve ‘zalim’ derken, hatta ve hatta ‘Sisi'ye mi oy vereceksiniz, Binali Yıldırım'a mı oy vereceksiniz’ diyerek seçim malzemesi yapan Erdoğan, üç-beş oy devşirmek için 2019’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu'nu Sisi’ye benzetmişti. Bugün ne oldu? Sisi'yi uçağın kapısında karşılıyor, uçağın kapısından uğurluyor. Arkasından bir su dökmediği kaldı. Bakın, aynısını Esad'a da yapacak aynısını Netanyahu'yla da yapacak. Dış politika, tutarsız bir tavrı kaldıramayacak kadar hassastır. Erdoğan'ın dış politikadaki tutarsızlığı ve her söyleminden bir süre sonra çark etmesi, Türkiye’yi uluslararası arenada güvenilmez bir ülke haline getiriyor. Ve Erdoğan’ın her bir adımı, adeta tutarsızlığın kitabını yazarken ülke olarak imajımızı da yerle bir ediyor.
“Sivas Kongresi’ndeki milli mücadele ruhuyla parti programı kurultayımızın temelini oluşturacak iki günlük verimli bir çalışma yaptık”
Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta ve hafta sonu partimizin Tüzük Kurultayı’nı büyük bir coşkuyla gerçekleştirdik. Bugün, değişimin aşamalarından biri olan tüzük değişikliğini yapmanın ve parti programımız hazırlanmasında da önemli bir yol almış olmanın memnuniyeti ve gururu içindeyiz. Partimizin ilk kurultayı, Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği gibi, 4 Eylül 1919’da gerçekleşen Sivas Kongresi’dir. Sivas Kongresi’nde alınan kararlarla tam bağımsızlık ve milli egemenlik ilkeleri kabul edilmiş ve her türlü işgale karşı manda ve himaye reddedilmiş, topyekun mücadele edileceği vurgulanmıştır. Alınan bu kararlarla Sivas Kongresi, milli mücadelenin temelini oluşturduğu gibi o kararlar bugün de CHP’nin kırmızı ve kesin çizgileridir. Sivas, alelade seçilmiş bir şehir elbette ki değildi. 105 yıl önce, Sivas Kongresi’ndeki milli mücadele ruhuyla parti programı kurultayımızın temelini oluşturacak iki günlük verimli bir çalışma yaptık.
“İkinci Yüzyıl Değişim Kurultayımızla CHP’nin birlik ve beraberlik içerisinde olduğunu herkes gördü”
Bundan 10 ay önce ‘değişim’ diyerek yola çıktık. ‘CHP değişirse Türkiye değişir’ dedik ve değişim sürecini 5 Kasım Kurultayı’nda başlattık. Katılımcı, şeffaf ve adil bir yönetim anlayışıyla gençlere güvenerek, kadın devrimini başlatarak, her zaman aklı ve bilimi önceleyerek yaptığımız ölçme ve değerlendirmelerle girdiğimiz yerel seçimlerde CHP’yi Türkiye’nin birinci partisi yaptık. Atılan adımlar, inançla çıktığımız bu yol, bizleri hükümet programı yazacağımız, yönetim politikalarını da aynı titizlikle belirleyeceğimiz ve liyakatli kadrolarla uygulayacağımız günlere götürecek. İnanıyoruz ki partimizde başlattığımız değişim rüzgârı, bütün Türkiye’yi saracak. Dün tamamladığımız İkinci Yüzyıl Değişim Kurultayımızla CHP’nin birlik ve beraberlik içerisinde olduğunu herkes gördü. Bakın, 1173 hazirunun olduğu kurultayda, en tartışmalı madde bile sadece 36 red oyuyla geçti. Kurultayımızda en geniş mutabakatla kabul edilen demokratik, katılımcı ve eşitlikçi tüzüğümüzle oy birliğiyle kabul edilen ve iktidara geldiğimizde uygulayacağımız parti programımıza esas olacak kurultay sonuç bildirgemizde eşit, özgür, adil ve kalkınan bir Türkiye’yi hep birlikte kuracağız. Partimize ve ülkemize hayırlı olsun.”